tabikide  
 
  OSMANLI İMPARATORLUĞU 07.10.2024 10:19 (UTC)
   
 
OSMANLI İMPARATORLUĞU:

Osmanlı İmparatorluğu (Osmanlı Türkçesiدَوْلَتِ عَلِيّهٔ عُثمَانِیّه, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye, günümüz Türkçesindeki karşılığı "Yüce Osmanlı Devleti"[6][7]), 1299-1922 yılları arasında varlığını sürdürmüş Türk - İslam devleti. Doğu AvrupaGüneybatı Asya ve Kuzey Afrika'ya kadar topraklarını genişletmiştir. Arnold Joseph Toynbee gibi bazı tarihçilere göre tek ardıl devleti Türkiye Cumhuriyeti'dir.[8]

Oğuzlar'ın Kayı boyundan gelen Osman Gazi tarafından kurulmuş, Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düşmesiyle Fetret Devri başlamış,Mehmet Çelebi devleti Fetret Devrinden çıkartmış, Fatih Sultan Mehmed Konstantiniyye'yi fethederek Doğu Roma İmparatorluğu'nu sonlandırmış, bir çağ kapatıp yeni bir çağ açmıştır.

Yavuz Selim Mısır'ı fethetmiş, İslam halifeliğini Osmanlı Padişahlarına unvan yapmış, Kanunî Doğu Avrupa'da sınırları zorlamış ve Macar Krallığı'na son vermiştir. Avrupa'ya karşı sağlanan üstünlük, I. Ahmed ile birlikte son bulmuş, Avrupa ve Osmanlı eşit sayılmıştırDeli Mustafa

ve Genç Osman ile birlikte tahttan indirilmeler başlamış, devlet yönetimi Bağdat fatihi IV. Murad'a kadar sendelemiştir. III. Mustafa zamanında ise Osmanlı ilk defa büyük ölçüde toprak kaybetmiş, bu zaman diliminden itibaren reformist, yenilikçi akımlar başlamış, Bestekâr III. Selim'in musıkî eserleri ortaya çıkmıştır. II. Mahmud isyan eden Yeniçeri Ocağı'nı kapattırmışAbdülmecid Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı'nı ilan etmiş, II. Abdülhamid Meşrutiyet ilan edip 33 yıl tahtta kalsa da saltanatın kaldırılması ile birlikte son padişah Mehmed Vahideddinsürgüne gönderilmiş, Osmanlı İmparatorluğu son bulmuştur.

 

 

Semantik

Osmanlı İmparatorluğu, henüz beylik döneminde iken Âl-i Osman (Arapça: آل عثمان‎; Āl-e Uṯmān) olarak adlandırılmıştır.[9] Âl-i Osman, Osmanlı Devleti'nin kurucusu kabul edilen "Osman'ın soyu" anlamına gelmektedir. Osman ismi; orijinine göre Otman, Otoman veya Utman olarak da söylenir. Türk ve Altay halk kültüründe, "ocağın, ev ateşinin devamlılığını sağlayan küçük oğul" manasını taşımaktadır.[10]

Beylikten devlet olgunluğuna geçildikten sonra, genellikle Osmanlı Türkçesi Devlet-i ʿAliyye-yi ʿOsmâniyye ([دَوْلَتِ عَلِيّهٔ عُثمَانِیّه], veya alternatif olarak Osmanlı Devleti [عثمانلى دولتى]) olarak anılmıştır.[7] Bu ismin yanı sıra "Devlet-i Ebed-Müddet" (Ebedi Devlet), "Memâlik-i Mahrûse"(Korunmuş Memleket) isimleri de kullanılmıştır.

Cumhuriyet döneminde yürürlüğe giren Latin asıllı Türk alfabesi ile birlikte Osmanlı Devleti veya Osmanlı İmparatorluğu olarak anılmıştır.19. yüzyıldan önceki İngilizce kaynaklarda ise Turkey ya da Turkish Empire şeklindeki kullanımlara rastlanır.[11] Günümüzde modern Türkiyeiçin de Turkey kullanımının yaygın olmasının yanı sıra Republic of Turkey kullanımıyla, Osmanlı İmparatorluğu dönemi ile Cumhuriyet dönemi birbirinden ayrılır.

Devletin Kuruluşu

Moğol İmparatorluğu döneminde kaçan Süleyman Şah komutasındaki Kayılar ilk olarak 1227 yılında Anadolu'ya geldiler[12]Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı Alaeddin Keykubad, Kayıları Karacadağ ve bölgesine yerleştirdi. Kayılar bu sırada 50.000 kişiydiler[13].Süleyman Şah'ınFırat Nehri'nden geçerken, boğulması üzerine, Kayı Boyu'na mensup bazı kişiler Erzurum ve Erzincan civarına göç ettiler.[12] Bazıları daSuriye ve yeniden anayurtlarına göç etti. Ertuğrul Gazi ise Söğüt ve civarına yerleşti. Bu sırada buraları fethetti. Ertuğrul Gazi yaklaşık 1000 km2 civarı bir toprak fethetmişti[14]. Ertuğrul Gazi 1281 yılında, doksanlı yaşlarında vefat etmiştir. Ertuğrul Gazi vefat edince boyun başına oğlu Osman Gazi geçmiştir.

Osman Gazi; boyun başına geçince Bizans'a karşı gaza savaşları yürütmeye başladı ve birçok muvaffakiyet gösterdi. Öte yandan 1243 Kösedağ Savaşı sonucunda İlhanlılar'a yenilenAnadolu Selçuklu Devleti'nin merkezi otoritesi yok oldu ve Anadolu'da güvenlik kalmadı. Gene bu yenilginin ardından Anadolu Selçuklu sultanlarını İlhanlılar tayin etmeye başladılar. Böylece Anadolu Selçuklu Devleti dağılmaya başladı ve beylikler bağımsızlıklarını ilan etmeye başladılar. Osmanoğulları'da 1299 yılında bağımsızlıklarını ilan etmişler ve günümüzdeki Bilecik ilininSöğüt ilçesini merkez yapmışlardır. Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkması yaygın kabule göre 1299 yılında olmuştur. Ancak Prof. Dr. Halil İnalcık ve bazı diğer akademisyenler, Osmanlı Devleti'nin 1299'da Söğüt'te değil 1302'de Yalova'da Bizans'a karşı yaptığı Koyunhisar Muharebesi sonrasında devlet niteliğini kazandığını iddia ederler.[15][16]

Osmanlı İmparatorluğu tasfiye dönemi (1908–1922) Osmanlı İmparatorluğu modernleşme ve tedbir dönemi (1827-1908) Osmanlı İmparatorluğu duraklama ve reform dönemi (1683–1827) Osmanlı Devleti yükselme dönemi Osmanlı Devleti kuruluş dönemi Osmanlı Devleti beylik dönemi VI. Mehmet V. Mehmet II. Abdülhamit V. Murat Abdülaziz Abdülmecit II. Mahmut IV. Mustafa III. Selim I. Abdülhamit III. Mustafa III. Osman I. Mahmut III. Ahmet II. Mustafa II. Ahmet II. Süleyman IV. Mehmed I. İbrahim IV. Murat I. Mustafa II. Osman I. Mustafa I. Ahmet III. Murat II. Selim Kanuni Yavuz Sultan Selim II. Beyazid Fatih Sultan Mehmet II. Murat Fatih Sultan Mehmet II. Murat I. Mehmet Yıldırım Beyazid I. Murat Orhan Gazi Osman Gazi İkinci Meşrutiyet Tanzimat Birinci Meşrutiyet Osmanlı Devleti'nde askerî reformlar Lâle Devri Köprülüler Devri Osmanlı padişahları listesi

 

Kuruluş Dönemi (1299–1453)

1299 yılına gelindiğinde Anadolu'da hüküm süren Anadolu Selçuklu Devleti yıkılma süreci içindeydi. Bu yıllarda Osman Bey, yakın arkadaşları ile birlikte Bilecik,Yarhisar ve İnegöl'ü fethetti. 1301'de Yenişehir fethedildi. Osmanlı Beyliği, 1299'da resmen kuruldu.[14] (Bunun yanı sıra tarihçilerin bazıları beyliği kuruluşunu 1301 kabul eder. Halil İnalcık'a göre ise beylik 1302'de gerçekleşen Koyunhisar Savaşı ile kurulmuştur.[14][17])

Osman Gazi Dönemi (1299-1326)[değiştir | kaynağı değiştir]

Koyunhisar Savaşı (1302)

Osman Gazi ve ertafındaki alpler; Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Yenişehir'i fethetmişti. Bu durumda Bizans valileri olan Anadolu'daki tekfurların, merkezin sözünü dinlememeleri etkili olmuştu. Bu yüzden endişelen Bizans, 2.000 kişilik bir kuvveti İstanbul'dan Kocaeli Yarımadası'na çıkartıp ve Osmanlılar'ın üstüne gönderdi. Ama Osman Gazi ve çevresindeki alpler, Bizans'ı mağlup etmeyi başardı. Böylece ilk Osmanlı - Bizans savaşı zaferle noktalandı.[18]

 
Akçakoca Bey İlk Kumandanlardan
I. Osman Osmanlı Devleti Kurucusu
Konur Alp İlk Kumandanlardan

Bursa Kuşatması (1316-1326)

Ana madde: Bursa Kuşatması

Osman Bey; Bilecik ve civarına fethetmişti. Ama asıl amacı Bursa'yı almaktı. Bunun için 1316'da yılında, Bursa'yı kuşattı. Kuşatma 10 yıl sürdü. 10. yılda kendisi rahatsızlandı ve oğlu Orhan Bey kuşatmaya devam etti. Orhan Bey, Mudanya limanını ve Orhaneli'ni fethederek şehrin dışarıyla bağlantısı kesti. Çok geçmeden de şehir fethedildi. Fakat Osman Gazi, fetihten çok kısa bir süre önce vefat etti ve naaşı, vasiyeti geriği Bursa'ya defnedildi.[19] Orhan Bey, adına para bastırarak beyliği devlet haline getirdi.[20]

Orhan Gazi Dönemi (1326-1362)

Maltepe Savaşı (1329)

Ana madde: Maltepe Savaşı

Osmanlılar, fetihlerini aralıksız sürdürüyorlardı ve bir yandan Kocaeli Yarımadası'ndaki kaleleri alarak boğaza inmişler öte yandan da İznik'i (Grekçe: Nikea) kuşatmışlardı. Bu yüzden III. Andronikos'un başında bulunduğu Bizans İmparatorluğu telaşa kapılmıştı. Bizanslılar, Osmanlılar'ı hem Kocaeli Yarımadası'ndan çıkarmak hem de kuşatma altındaki İznik'i kurtarmak için harekete geçtiler ve Kocaeli Yarımadası'na asker çıkardılar. İki ordu Eskihisar'da karşılaştı ve Orhan Gazi, Bizanslılar'ı denize dökerek büyük bir zafer kazandı.[21] Osmanlılar 1331'de İznik'i, 1337'de İzmit'i topraklarına kattı.[22][23] İzmit'in fethedilmesiyle Bizans'ın Anadolu'daki varlığı son buldu.

Karesioğulları'nın İlhakı (1345)

Karesioğulları Beyliği; günümüzdeki Çanakkale ve Balıkesir'de kurulmuştu. Beyliğin lideri Karesi Bey, güçlü bir donanma oluşturmuştu ve deniz aşırı iki sefer düzenlemişti. 1320'li yıllarda Karesi Bey vefat etmişti ve yerine Aslan Bey geçmişti. Aslan Bey'den sonraysa beyliğin başına Demirhan Bey geçmiş ve halka kötü davranamya başlamıştı. Bu yüzden halkın ve ileri gelenlerin davet ettiği Orhan Bey, Karesioğulları'nın topraklarını ilhak etmiştir. Karesioğulları'nın ilhakıyla bu beyliğin donanması ve Hacı İlbey gibi değerli kumandanları Osmanlılar'ın hizmetine girdi.[24]

Balkanlar'da İlk Üs: Çimpe Kalesi

1353 yılında Bizans taht kavgaları ile çalkalanıyordu. Bu mücadelenin taraflarından olan Kantakuzen'in yardım isteği üzerine Orhan Gazi, Süleyman Paşa kumandasındaki 20.000 kişilik bir kuvvet göndererek Kantakuzen'in imparator olmasını sağladı. Bu yardıma karşılık Kantakuzen, Gelibolu Yarımadası'nda bulunan, Bolayır yakınlarındaki Çimpe Kalesi'ni Osmanlılar'a teslim etti.[25] Çimpe Kalesi'nin ele geçirilmesi ile Osmanlı Devleti, ilk Rumeli toprağını kazandı.[26] 1354 yılındaysa Gelibolu'da şiddetli bir deprem oldu. Bu yüzden Gelibolu'daki Bizans halkı ve askerleri, bölgeyi terketti. Bu fırsatı değerlendiren Süleyman Paşa; bütün Gelibolu'yu fethetti. Böylece önemli bir üs elde eden Osmanlılar, Trakya'ya akınlar başlattı ve 1359 yılında Çorlufethedildi.

I. Murad Dönemi (1362-1389)

Orhan Gazi'den sonra sultan olmasına kesin bakılan Süleyman Paşa, Çorlu civarında çıktığı bir av sırasında atından düşerek ölmüştür (1357). Bu yüzden Orhan Gazi'nin diğer oğullarından olan Murad Bey, yeni veliaht oldu ve Balkanlar'daki kuvvetleri kumanda etmeye başladı. Orhan Gazi'nin, 1362 Mart'ında vefat etmesiyle Osmanlı kaynaklarında Murad Hüdavendigâr olarak geçen Murad Bey, I. Murad olarak tahta çıktı ve hızla fetihlere başladı.

Sazlıdere Savaşı (1363)

Ana madde: Edirne'nin fethi

I. Murad, Balkanlar'daki hakimiyet sahasını genişletmeye başladı. Bu kapsamda Osmanlılar'ı durdurmak isteyen Bizans-Bulgar ordusu 1363 Sazlıdere Savaşı ile mağlup edildi. Bu zaferden sonra Edirne (Grekçe: Hadrianopolis) fethedildi.

Sırpsındığı Savaşı (1364)

Edirne'nin düştüğü haberini öğrenen Papa V. Urbanus; endişeye kapıldı ve bir Haçlı ittifakı oluşturulmasını teşvik etti. Bunun üzerine Macar Krallığı, Bulgar Krallığı, Sırp Krallığı, Bosna Krallığı ve Eflak Prensliği gibi Balkan devletlerinin katılımıyla sayısı 30.000 ile 60.000 arasında değişen bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Daha sonra Haçlı ordusu, Osmanlılar'ı Balkanlar'dan atmak için harekete geçti. Haçlı ordusu, Meriç Nehri'nin batı kıyısına gelerek bir kamp kurdu. Haçlılar kendilerine o kadar çok güveniyorlardaki Edirne'yi geri alıp Osmanlılar'ı Anadolu'ya süreceklerine dair hiçbir tereddütleri yoktu. Ta ki Hacı İlbey'in gece baskınına kadar. Hacı İlbey, emrindeki 10.000 askeriyle beraber Haçlı kampına büyük bir gece baskını yaptı ve çoğu Haçlı askeri kılıçla ya da Meriç Nehri'nde boğularak öldü. Böylece ilk Osmanlı-Haçlı savaşı zaferle noktalandı ve Bizans'a yardım ulaştırılması engellendi.

Anadolu'da Barış Yoluyla Genişleme

Osmanlılar'ın kurulduğu dönemde Anadolu'da birçok beylik vardı ve bu beylikler sürekli birbirleriyle boğuşuyorlardı. İlk zamanlarında Osmanlılar, beyliklerle iyi ilişkiler kurarak onlarla mücadeleden kaçınmış ve zayıf Bizans yönüne genişlemiştir. I. Murad dönemine kadar sadece 1345 yılında Karesioğulları Beyliği'nin topraklarını ve 1354 yılında Ahiler'in idaresindeki Ankara'yı ilhak eden Osmanlılar; I. Murad zamanında Anadolu'da siyasi birliğin gerekliliğine karar vermiş ve Balkanlar'dan başka barış yoluyla Anadolu'da da genişlemeye başlamıştır. Bu amaçla Hamitoğulları Beyliği'den 80.000 altın karşılığı IspartaAkşehirBeyşehirYalvaçSeydişehirKaraağaç ve Eğirdir satın alınmıştır. Germiyanoğulları Beyliği ile akrabalık kurulmuş ve çeyiz yoluyla KütahyaSimavTavşanlı ve Emet ele geçirilmiştir.[27]

I. Kosova Savaşı (1389)

Ana madde: I. Kosova Savaşı

Osmanlılar, Balkanlar'daki ilerleyişini kesintisiz devam ettirdi. Sırplar'a karşı 1371 Çirmen Savaşı'ndan galip çıkıldı ve aynı yıl Karabiga fethedildi. Fakat Bizans; Gelibolu'yu ele geçirdi ve Anadolu ile Balkanlar'daki Osmanlı topraklarının bağlantısını kesti. Bunun üzerine Osmanlılar, babasına isyan eden Bizans prensi Andronikos'un imparator olmasına yardım etti ve karşılığında Gelibolu'yu tekrar aldı. Daha sonra akınlara devam edildi ve 1383 yılında Serez, 1385 yılında Sofya ve Niş, 1387 yılında Selanik fethedildi. 1388 yılındaysa Osmanlı akıncıları,Sırbistan Prensliği'nin başındaki Lazar Hrebelyanoviç tarafından Ploşnik Bozgunu'yla mağlup edildi. Ploşnik savaşıyla beraber Balkan devletlerinin; Osmanlılar'ı Balkanlar'dan atma ümidi tekrar yeşerdi ve Sırp PrensliğiBosna KrallığıMacar KrallığıHırvat Krallığı ve diğer Balkan devletlerinin katılımıyla 30.000 kişilik bir Haçlı ordusu oluşturuldu ve bu ordu, Lazar Hrebelyanoviç komutasında hareket etti. Bunun üzerine harekete geçen Osmanlılar, ilk önce arkadan saldırmamaları için Bulgar kralının başkenti Tırnova'yı fethederek Bulgarlar'ı etkisiz hale getirdi. Daha sonra Haçlı ordusu ve Osmanlı ordusu, Kosova'da karşı karşıya geldi. Yapılan savaşı Osmanlılar kazandı ve savaş sırasında Lazar Hrebelyanoviç öldürüldü. Ama savaştan sonra bir Sırp beyi olan Miloş Obiloviç; Müslüman olmak istediğini belirtip I. Murad'ın elini öpmek istemiş, bu suretle sultana yaklaşmış ve ani bir hamleyle I. Murad'ı hançerleyerek şehit etmiştir. I. Murad'ın şehit edilmesinden sonra Yıldırım Bayezit padişah olmuştur.

Yıldırım Bayezid Dönemi (1389-1402)

I. Murad'ın I. Kosova Savaşı sonrasında öldürülmesi üzerine Osmanlı tahtına daha sonraları Yıldırım Bayezid olarak da tanınacak olan Hamitoğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğullarıbeyliklerini topraklarına kattı|başlık=Historie de la Turquie (Aşiretten Devlete) |özgünyıl=1854 |sayfalar=120,126,154,159, 160|soyadı1=Alphonse de Lamartine|yıl=Eylül 2005|yayıncı=Bilge Kültür Sanat.(Çeviren: Dr. Reşat Uzmen)yapılan Niğbolu Savaşıkazandı.[28] Savaşın ardından İstanbul'u dördüncü kez abluka altına aldı fakat bu ablukayı da doğuda beliren Timur tehlikesi sebebiyle kaldırdı.[29] Çin'e sefer düzenlemek isteyen ve batısında güçlü bir devlet barındırmak istemeyen Timur, daha önceleri savaşarak yenilgiye uğrattığı Karakoyunlu ile Celayirîlihükümdarlarının Osmanlıveistediği şartların kabul edilmemesini ileri sürerek Osmanlı'ya savaş açtı İki ordu, Ankara'nın Çubuk Ovası'nda karşılaştı. 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid, kendisine bağlı Türk beylerinin Timur'un tarafına geçmesininde etkisi ile de yenilgiye uğradı; oğullarından Mustafa ve Musa ile birlikte Timur'a esir düştü.[30][31] Yıldırım, 1403'te Akşehir'de vefat etti.[31] Timur, Yıldırım'ın vefatı üzerine Musa'yı serbest bıraktı.[31]

Batı Anadolu'da Fetihler (1390-1402)

Yıldırım Bayezid işe Anadolu'da başladı. AydınoğullarıSaruhanoğullarıMenteşeoğulları ve Hamitoğulları [30] beyliklerini ilhak ettikten sonra 1390 yılında Antalya'nın, 1391 yılında daAlanya'nın fethini gerçekleştirdi. 1392 yılındaysa Amasya ve Kastamonu'yu topraklarına katarak İsfendiyaroğulları ve Candaroğulları Beyliği'ne son verdi [32]. Niğbolu Savaşı'ndan sonra daKaramanoğulları'na son verdi.

Balkanlar'da İlerleme (1392-1396)

Yıldırım Bayezid; Karamanoğulları hariç Batı Anadolu beyliklerine son verdikten sonra Balkanlar'a yöneldi ve Üsküp şehrinin fethine muvaffak oldu. Teselya'yı fethettikten sonra Eflak'ı vergiye bağladı ve Bulgaristan'ı tamamen bir Osmanlı vilayeti yaptı. 1394 yılındaysa bütün Makedonya Osmanlı topraklarına katıldı. Yıldırım Bayezid, bu fetihlerden sonra 1394-1396 yılları arasında İstanbul'u üç kez kuşattı ve İstanbul'u kuşatan ilk Osmanlı padişahı oldu. İstanbul kuşatmalarından endişelenen Papa; bir Haçlı ordusu kurulması için çalışmalara başladı ve büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Bu sırada üçüncü İstanbul kuşatmasını yönetmekte olan Yıldırım; Haçlı ordusunun Balkanlar'a doğru ilerlediğini öğrenice kuşatmayı kaldırdı [33] ve Tuna Nehri'ne yöneldi.

Niğbolu Savaşı (1396)

Osmanlı Devleti, İstanbul'u kuşatma altına alınca Bizans İmparatorluğu; başta Papa olmak üzere tüm Katolik Hristiyan Dünyası'ndan yardım istedi. Bunun üzerine Kutsal Roma Cermen İmparatorluğuFransa KrallığıMacaristan KrallığıEflak PrensliğiVenedik CumhuriyetiCeneviz Cumhuriyeti ve Bulgarlar'ın katılımıyla büyük bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Orduyu Kral Sigismund kumanda ediyordu. Bundan sonra ordu ilerlemye başladı. 10 Eylül'de Venedik ve Ceneviz gemileri Tuna Nehri'ni geçti ve Niğbolu Kalesi önüne demir attı. Daha sonra gelen orduda kaleyi kuşatma altına aldı. Bu sırada Üçüncü İstanbul Kuşatması'nda olan Yıldırım Bayezid; Niğbolu'daki durumu öğrenince İstanbul'daki kuşatmayı derhal kaldırdı ve Tuna'ya doğru ilerlemeye başladı. 20 Eylül'de Şıpka Geçidi'ne girdi ve 21-22 Eylül'de Tırnova'ya vardı. 25 Eylül günü iki ordu karşı karşıya geldi ve savaş, kesin Osmanlı zaferiyle sonuçlandı. Haçlı ordusu imha edildi ve birçok kumandanı ya öldürüldü ya da Korkusuz Jean gibi esir alındı. Böylece Yıldırım Bayezid; batıdan gelen Haçlı tehlikesini bertaraf etti ve Dördüncü İstanbul Kuşatması'nu başlattı. Yıldırım Bayezid; bu İstanbul kuşatmaları sırasında Karadeniz üzerinden gelebilecek yardımlara karşı Anadolu ve Avrupa Yakası'nın birbirine en çok yaklaştığı yerdeAnadolu Hisarı'nı (diğer adı Güzelce Hisarı) yaptırmıştır.[34]

Ankara Savaşı (1402)

Ana madde: Ankara Muharebesi

[35] Yıldırım Bayezid, kendisine bağlı Türk beylerinin Timur'un tarafına geçmesininde etkisi ile de yenilgiye uğradı; oğullarından Mustafa ve Musa ile birlikte Timur'a esir düştü.[30][31] 1403'teAkşehir'de vefat etti.[31] Timur, Yıldırım'ın vefatı üzerine Musa'yı serbest bıraktı.[31]

Fetret Devri ve Sonrası

Ana madde: Fetret Devri
 
I. Mehmed, Fetret Devri'ne son verdi

Yıldırım Bayezid'in esir düşmesi ve esaret hayatındaki ölümünden sonra, oğulları İsaMehmedMusa ve Süleyman arasında taht kavgaları başladı. Fetret Devriadıyla bilenen dönemin başında Timur, Yıldırım tarafından ele geçirilen Anadolu beylerine eski topraklarında yeniden bağımsız beylikler kurdurdu.[31] Tahtın sahibi olmak için şehzadeler arasında yapılan mücadelelerde ilk olarak Musa, İsa tarafından mücadelenin dışına atıldı ve ilk olarak Germiyanoğulları'na, ardındanKaramanoğulları'na sığındı.[31] 1406 yılında İsa, Mehmed'in tarafını tutan askerler tarafından öldürüldü.[31] Böylece mücadele Süleyman ve Mehmed arasında devam etmeye başladı; Süleyman, devletin Rumeli yakasının, Mehmed, Anadolu yakasının yöneticisi oldu.[31] İki kardeş arasında süren çatışmalar sırasında Musa, yeniden harekete geçti ve 1411'de Süleyman Çelebi'nin bulunduğu Edirne'ye baskın yaptı.[31] Aynı yıl Süleyman öldürüldü. 1411'den sonra çarpışmalar, Mehmed ve Musa arasında sürmeye başladı.[31] İki kardeş arasındaki mücadele, 1413 yılında Mehmed'in Musa'yı öldürtmesi ile sonlandı ve Fetret Devri noktalanmış oldu. Aynı yıl Mehmed, I. Mehmed unvanı ile Osmanlı tahtına oturdu. Saltanatı sırasında Ankara Savaşı sonrası Anadolu'da yitirilen toprakların birçoğunu yeniden ele geçirdi.[31] Döneminde Venedikliler ile yapılan ilk deniz muharebesi, başarısızlıkla sonuçlandı.[36] Şeyh BedrettinBörklüce Mustafa veTorlak Kemal isyanlarını bastırdı. Saltanatın sonlarında, Timur tarafından esir edilen kardeşi Mustafa olduğunu iddia eden bir kişinin kendisini Osmanlı padişahı ilan etmesi üzerine, bu sorun ile uğraştı ve Mustafa'nın üzerine yürüdü. Mustafa, yenilmesinin üzerine Bizans'a sığındı.[37] I. Mehmed, 1421 yılına gelindiğinde vefat etti.[31]

I. Mehmed'in vefatı üzerine tahta II. Murad çıktı. I. Mehmed'in ölümü üzerine Bizans tarafından serbest bırakılan Mustafa, II. Murad'ın saltanatının başındaDüzmece Mustafa İsyanı olarak bilinen isyanı çıkardı. Mustafa, 1422'de yakalandı ve idam edilerek isyan sonlandırıldı.[38] Aynı yıl İstanbul'u kuşattı fakat başarılı olamadı.[39] İki tarafda teknolojik bakımdan tamamen birbirine eşdi ve Türkler "bombardıman taşlarını almak için" barikat kurmak zorunda kalmışlardı.[39] Yine aynı yıl kendisinin kardeşi Küçük Mustafa'da tahta geçmek için isyan etti. İsyan, birkaç ay içinde bastırıldı.[40] Döneminde, AydınoğullarıGermiyanoğullarıMenteşeoğulları ve Tekeoğulları tamamen Osmanlı egemenliği altına girdi.[41] 1444'te Macarlar ile Edirne-Segedin Antlaşması'nı imzaladı. Antlaşmaya göre, tarafların on yıl boyunca savaşmamaları kararlaştırıldı.[42] Barışın hemen ardından yerini kendi isteği ile on iki yaşındaki oğlu II. Mehmed'e bıraktı.[43] Osmanlı tahtının henüz on iki yaşındaki şehzadeye kalmasını fırsat olarak değerlendiren Haçlı birliği, Edirne-Segedin Antlaşması'nı yok sayarak Osmanlı'ya savaş açtı. Kasım 1444'te gerçekleştirilen Varna Muharebesi için II. Murad tekrar ordunun başına geçti ve bu muharebeyi kazandı.[43] Ancak, savaşın hemen ardından tekrar tahta geçmedi; ikinci kez tahta geçmesi 1446 yılında gerçekleşti. 1448'de Osmanlı'nın Balkan hakimiyetine son vermek amacıyla kendisine saldıran Eflak ve Macaristan orduları ile II. Kosova Muharebesi'sini yaptı; muharebenin kazananı oldu.[44] 1451 yılına gelindiğinde vefat etti.[45] Vefatının üzerine tahta tekrar oğlu II. Mehmed geçti.

Yükselme (1453–1683)

Yayılma ve doruk noktası (1453–1566)

 
II. Mehmed, İstanbul'un Fethisırasında gemileri karadan yürütürken

Babasının ölümü üzerine tahta çıkan II. Mehmed, ilk iş olarak babasının Venedikliler, Cenevizler, Macarlar ve Sırplar ile yaptığı barış anlaşmalarını yeniledi.[46] Ardından İstanbul'u kuşattı, 29 Mayıs 1453'te şehri fethetti ve ülkenin başkenti yaptı. Böylece Ortodoks Kilisesi'ni de himayesi altına aldı. Fetih, tarihçiler tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı sayılan olaylardan biri olarak kabul eder. 1460'da Mora Despotluğu'na, 1461'deTrabzon Rum İmparatorluğu'na son verdi. Balkanlar'da Osmanlı topraklarını genişletmeye devam etti. 1468'de, Karamanoğulları Beyliği'ni ortadan kaldırdı. Karamanoğulları'nı koruyan ve Venedik'le işbirliği yapan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ı Otlukbeli Savaşı'nda yendi. Böylece devletin sınırlarını Fırat Nehri'nin batısındaki Anadolu topraklarına kadar genişletmiş oldu. Girit hariç Ege Denizi'ndeki tüm adalardaki Venedik hakimiyetini sonlandırdı. Sadrazam Gedik Ahmed Paşa'nın Toroslar'ı ve Akdeniz kıyılarını ele geçirmesiyle Memlûkler ile sınır komşusu oldu. Yine Gedik Ahmet Paşa'nın Kırım'a yaptığı seferler ile KefeSudak ve Kırım Hanlığı, Osmanlı himayesine girdi. Böylece Karadeniz'deki Ceneviz hakimiyeti sonlandırıldı ve deniz, bir Türk gölü haline geldi. II. Mehmed, döneminde çıkardığı kanunları Fatih Kanunnamesi adıyla kitaplaştırdı. 1480'de düzenlenen Otranto Seferisonucunda Napoli Krallığı'nın elinde bulunan Otranto, Osmanlı topraklarına katıldı. Fakat 1481'de II. Mehmed'in vefatı sonucunda sefer yarım kaldı. Osmanlı birliklerinin geri çekilmesi üzerine Otranto, Napoli Krallığı tarafından yeniden ele geçirildi.

 
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1683 yılına kadar ulaştığı en geniş sınırlar.

II. Mehmed'in ölümü üzerine tahta, Yeniçerilerin desteği alan II. Bayezid geçti. Fakat kardeşi Cem, kendisinin padişahlığını tanımadı: Böylece iki kardeş arasında taht mücadelesi başladı.[47] Bayezid, Cem'i yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine Cem, sırasıyla Memlûklar'a, Rodos Şövalyeleri'ne ve papaya sığındı.[47] II. Bayezid, 1483'te Hersek'i, 1484'te Kili ve Akkerman'ı Osmanlı topraklarına kattı. Döneminde, Memlûklar ile yapılan savaşsonuçsuz kaldı.[48] Cem'in 1495'te ölümünden sonra Avrupa'da seferler yapmaya devam etti.[47] Venedikliler ile 1499-1503 yılları arasında yaptığı savaşlar sonucunda devlete ModonKoronNavarin ve İnebahtı limanlarını kazandırdı; ülkeyi vergiye bağladı. 1500'lerin başında güçlenmeye başlayan Safeviler, Anadolu'da Şii mezhebini yaymak için çalışmaya başladı. Bu çalışmalar sonucunda 1511'de Osmanlı'ya karşı Şahkulu İsyanıçıktı.[49] İsyan, aynı yıl Şahkulu'nun yakalanıp öldürülmesi ile bastırıldı.[50] Nisan 1512'de, baskılar sonucunda tahtı oğlu Selim'e bırakmak zorunda kaldı. Olaydan bir ay sonra ise vefat etti.

 
Osmanlı Hilafet'in bayrağı
 
Mohaç Muharebesi'ni anlatan bir çizim[51]

Daha sonradan Yavuz Sultan Selim adıyla da anılacak olan I. Selim, babasının döneminde başlayan Şii tehdidine karşı mücadeleye girişti. Safeviler ile yaptığı Çaldıran Muharebesi'ni kazandı ve ülkenin başkenti Tebriz'e kadar ilerledi.[52] Bundan sonra, Memlûklar'a karşı harekete geçti. Yapılan Mercidabık ve Ridaniye Muharebelerisonrasında Memlüklüleri yıkarak SuriyeFilistin ve Mısır'ı devletin topraklarına kattı.[53][54] Hicaz'ı, egemenlik altına altına aldı ve devleti Hint Okyanusu'na açılma olanağına kavuşturdu.[55] Peygamber Muhammed'in Kutsal Emanetler olarak kabul edilen eşyaları İstanbul'a getirtti ve hilafetin Osmanlı Hanedanı'na geçmesini sağladı. Böylecehalife unvanını kullanan ilk Osmanlı padişahı olmuş oldu.[56] 1520'de, batıya sefer düzenlemek amacıyla yola çıktığı sırada Edirne'de vefat etti.

Babasının ölümü üzerine tahta çıkan I. Süleyman, saltanatının ilk yıllarında Belgrad'ı ve Rodos'u fethetti.[57][58] Macaristanile yaptığı Mohaç Muhrebesi sonucunda krallığı kendisine bağlı bir hale getirdi. Ardından 1529'da Avusturya'nın başkenti olan Viyana'yı kuşattı; ancak başarısız oldu.[59] 1533'te Cezayir hükümdarı Barbaros Hayreddin Paşa, İstanbul'a geldi ve imparatorluğun hizmetine girdi.[60] Bir sonraki yıl ise Kaptan-ı derya olarak görevlendirildi.[60] Aynı yıl Süleyman, Bağdat ve Tebriz'i imparatorluğun topraklarına kattı.[61] 1536'da, Fransa ile ittifak kurdu;[62] bu ittifakın bir parçası olarak yapılan Nice ve Korsika kuşatmalarını yaptı (İtalya Savaşı).[63][64] I. Süleyman batıda Muhteşem Süleyman, doğuda Kanuni Sultan Süleyman olarak tanındı. 1565 yılında Malta'yı kuşatsa da, kuşatma başarısız oldu. Saltanatının son yıllarında, üç kıtaya yayılan imparatorluğunun topraklarında yaşayan insan sayısı 15 milyona ulaştı.[65][66]

Krizler ve Değişim (1566–1683)

Bu dönem, Osmanlıların büyük bir güç olmaya devam ettiği, lakin eski gücünde olmadığının sinyallerini vermeye başladığı dönemdir. Yavaş yavaş Avrupalılara karşı prestij kaybı yaşadı. 1606 yılında imzalanan Zitvatorok Antlaşması, bunun bir göstergesidir. Değişen ticaret yolları ve gelişen Avrupa teknolojisi, Osmanlıların Avrupalılar karşısında güç kaybetmesine neden olmuştur.

Celalî (1519), Baba Zünnun (1525), Kalender Çelebi (1528), Karayazıcı (1598), kısaca Celali ayaklanmaları, Osmanlı toprak düzenini büyük ölçüde değiştirmiş, ağır vergiler yüzünden ya da “Büyük Kaçgun” sırasında yerlerinden olan çiftçilerin toprakları mültezimlerin ya da yerel yöneticilerin eline geçmiştir. Vergiler yüzünden borca giren köylüler, işledikleri toprakları sonunda tefecilere kaptırdılar. Osmanlı toprak düzeninin bel kemiği olan tımar sistemi bozuldu. Büyük nüfus hareketleri ortaya çıktı ve kentlere büyük göçler oldu. Tarımsal üretim geriledi ve kıtlık tarım ürünleri fiyatlarının yükselmesine yol açtı. On binlerce insan yaşamını yitirdi ve pek çok yerleşim yeri yıkıma uğradı. Osmanlı'da ilmiyenin bozulması da Osmanlı'yı geriletti. Avrupa'daki gelişmelerin (Reform, Rönesans) takip edilmemesi Osmanlı için bir dezavantaj olmuştur.

Portekizlilerin Doğu Afrika ve Hindistan'da ticaret kolonileri kurmasından sonra, Osmanlılar bunun bitirilmesi gerektiğini düşündü. 16. yy'de boyunca Doğu Afrika'ya yapılan seferlerdeki kısmî başarılara rağmen, Hindistan'a yapılan seferler başarılı olamadı.

Bu dönemde yapılan savaşlar, Avrupalılar'a Osmanlı'nın "yenilemez" olmadığını göstermiştir. Her ne kadar İnebahtı Deniz Muharebesi'nden sonra çabucak toparlanılmış olsa da, Avrupalılar Osmanlı'nın yenilebileceğini anlamıştır. Ruslara yapılan seferler istenen etkiyi yapamadı. Hatta Molodi Savaşı'ndan sonra, Ruslar güçlenmelerini hızlandırarak sürdürmüşlerdir. Bu yüzden Duraklama Dönemi'nden itibaren Ruslar, Osmanlılar dağılana kadar, Osmanlıların en büyük düşmanı olacaktır. 1593 yılındaki savaş, Osmanlı'yı hem ekonomik hem de askerî açıdan zayıflattı. Asker eksikliği giderilse de, ekonomik zayıflık Celali ve Yeniçeri İsyanları'na neden oldu. Nüfusun büyüklüğü, ekonomik sorunları daha da büyüttü. IV. Murad döneminde daha çokSafevilerle uğraşıldı. Erivan ve Bağdat tekrar alındı (Osmanlı-Safevi Savaşı). Bu savaş sonunda imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile, Osmanlı'nın dağılıncaya kadarki doğu sınırını büyük ölçüde belirlendi.

Bu dönemde, Osmanlı tarihinde ilk defa yeniçerilerin kaldırılması gündeme geldi. Ancak bunu düşünen Genç Osman, yeniçeriler tarafından öldürüldü. 1656 yılında Köprülü Mehmet Paşa’nın sadrazam olmasıyla, Kadınlar saltanatı sona erdi. Bu değişim, Köprülüler Devri'ni başlattı. Bu devirde, Osmanlı kaybettiği gücünü az da olsa geri kazanmıştır. PodolyaTransilvanyaGirit gibi yerler alındı.

Ayanlar Çağı: Duraklama ve Reform (1683–1827)

Duraklama: Felaket Seneleri (1683-1699)[değiştir | kaynağı değiştir]

 
II. Viyana Kuşatması'nı (1683) anlatan bir çizim.

1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması'yla beraber, Kutsal İttifak Savaşları başladı. 26 Ocak 1699 tarihinde Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu ile imzalanan Karlofça Antlaşması, Osmanlı-Kutsal ittifak Savaşları'nı bitirdi. Karlofça Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin toprak kaybettiği ilk antlaşmadır. Bu tarihten sonra Osmanlı Devleti'nin gerileme dönemi başlamıştır. Papa tarafından Osmanlı Devleti'ne karşı Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu,AvusturyaLehistanRusyaMaltalı Sen Jean Şövalyeleri ve Venediklilerden oluşan bir ittifak ile uzun süren savaşlar sonunda yorgun düşen Osmanlı Devleti, Banat ve Temeşvar hariç bütün Macaristan'ı ve Erdel Prensliği'ni Avusturya'ya, Ukrayna'nın kuzeyini ve Podolya'ı Lehistan'a, Mora'yı veDalmaçya kıyılarını Venediklilere bırakmıştır.

Deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması sonucu, devlet yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve iç isyanların çıkmasına neden olmuştur. Özellikle Yeniçeriler artık padişaha karşı gelmekteydi. Yeniçerilerdeki Ocak, devlet içindir anlayışıDevlet, ocak içindir anlayışına dönüşmüştür. Avusturya ve İran seferleri sonucu oluşan ekonomik sıkıntılar, tımar sisteminin bozulması ve nüfus artışının yarattığı sosyal hayattaki sıkıntılar ve çağın gerisinde kalınması ile eğitim alanındaki bozulmalar sonucu devlet duraklama dönemine girmiştir. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşisi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması Osmanlı ekonomisini yıpratmıştır. Osmanlı Devleti'nin eğitim sisteminin bozulmasının nedeni Beşik Ulemalığı denilen sistemin ortaya çıkmış olmasıdır.Bu sisteme göre müderrislerin yeni doğan çocukları doğduğu andan itibaren medrese öğretmeni sayılıyordu.

Reform: Gerileme Dönemi (1699-1792)

Osmanlı Devleti Gerileme Dönemi, Osmanlı tarihinde Karlofça Antlaşması’ndan (1699) başlayarak, Yaş Antlaşması'na kadar (1792) geçen süreye denir. Bu dönemin sonlarına doğru, Osmanlı Devleti'ne Avrupalılar tarafından "Hasta Adam" denmeye başlanmıştır. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti, büyük oranda toprak kayıpları yaşamıştır. Bu dönemde Karlofça veİstanbul Antlaşmaları’yla kaybedilen yerleri geri almak ve mevcut toprakları korumak amacıyla batıda Avusturya ve Venedik, kuzeyde Rusya ve doğuda İran ile savaşlar yapılmıştır.

Osmanlı, 1710 yılında İsveç'in Osmanlı'ya sığınması ve yine onun ısrarı üzerine, Rusya'ya savaş açtı. 1711 yılında Osmanlı, Rusya'yı Prut Savaşı'nda yendi. Bu zafer, Osmanlı'nın Kutsal ittifak Savaşları'nda kaybettiği yerleri geri alma ümidi vermiştir. Pasarofça Antlaşması'ndan sonra Osmanlı Lâle Devri'ne girdi. 1718-1730 yılları arasında Lale Devri.

III. SelimNizam-ı Cedid ordusunu kurdu. Ancak bir isyan sonucu bu ordu dağıldı. III.Selim Avrupa usulünde askeri kuvvet yetiştirilmek istemiş; bu amaça bağlı olarak ulemanın çağdışı düşüncesine karşı, ulemanın nüfuzunun kırldığı, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın ilim, sanat, ticaret, ziraat, teknik ve sanayide yaptığı ilerlemelere ortak etmek için gelişen yenilik hareketlerinin bütünü, genel anlamda Nizam-ı Cedid kurulan düzenli orduya verilen isim. 1796 yılında Fransa'dan konuyla ilgili olarak top, humbara dökümcüsü, top kundağı ve tüfenkçi işçileri gelmişti. Yeniçeri ocağının çıkardığı Kabakçı Mustafa İsyanı sonucu ortadan kaldırılmıştır.

Dağılma Dönemi: modernleşme ve tedbir (1827-1908)

Bu yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti, kaybettiği toprakları geri alarak Avrupa'da tutunmayı ve eski gücünü korumayı amaçlamıştır. Ancak bir süre sonra bu amacına ulaşamayacağını anlayınca elindeki toprakları koruma politikası izlemeye başlamıştır.

Modernleşme ve Birinci Meşrutiyet (1827–1878)

 
Gazi Halife, Sultan III. Selim,Selīm-i sālis Hanسليم ثالث

Vaka-i Hayriye 1826 yılında Yeniçeri Ocağı kaldırıldı.

Bu yüzyılda Avrupa’dan geri kalındığı Pasarofça Antlaşması’ndan itibaren kabul edilmiş ve yapılan ıslahatlarda Avrupa örnek alınmıştır. Osmanlı DevletiAvrupalı devletlerin kendi aralarındaki çıkar çatışmalarından yararlanıp denge politikası izleyerek varlığını uzun süre korumuştur.

Gülhane Hatt-ı Şerif-î 3 Kasım 1839'da okunan Tanzimat FermanıTürk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımıdır. Sultan Abdülmeciddöneminde Hariciye Nazırı Koca Mustafa Reşit Paşa tarafından okunmuştur. Gülhane Parkı'nda okunması nedeniyle "Gülhane Hatt-ı Şerif-î" (Padişah Yazısı) veya "Tanzimât-ı Hayriye" (Hayırlı Düzenlemeler) olarak da anılır. Bu fermânla devlet kendisini yenilemesi gerektiğini söylemiştir.

Tedbir Dönemi (1878-1908)[değiştir | kaynağı değiştir]

Tasfiye (1908–1922)[değiştir | kaynağı değiştir]

 
I. Dünya savaşı öncesi Osmanlı Devleti ve sahip olduğu bölgeleri

Dağılmayı önlemek için Osmanlı devlet yönetiminde ıslahata yönelik çalışmalar yapılmış ise de, Avrupa'da çıkan isyanlar ve uzun süren Rus savaşları ile iyice yıpranmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda da dağılmaktan kurtulamamıştır.

Devlet yapısı

 
I. Osman'dan V. Mehmed'e Osmanlı İmparatorluğu padişahları montajı.

Osmanlı İmparatorluğu varolduğundan beri mutlak monarşi ile yönetilirdi. Sultan hiyerarşik Osmanlı sisteminde ve siyasi, askeri, hukuki, sosyal ve çeşitli başlıklarda en üstteydi. Teorik olarak sadece Allah'a ve yerine getirmesi gereken Allah’ın yasaları (İslam’daki şeriat)'na sorumluydu. Onun ilahi görevi İran-İslam başlıklarına yansıtılan "Allah’ın yeryüzündeki gölgesi" (zill Allah fi’l-âlem) ve "yeryüzünün halifesi" (halife-i ru-yi zemin) olmaktı.[67] Tüm devlet dairesi onun hükmündeydi ve verdiği her karar ferman adı verilen kararnamede yayımlanırdı. Başkomutandı ve tüm yurttaki resmi unvanıydı.[68]1453'te İstanbul'un Fethi’nden sonra kendilerini Roma İmparatorluğu'nun varisi olarak görürlerdi bu nedenle ara sıra Kayser ve İmparator unvanını kullanırlardı.[67][69][70] 1517’de Mısır’ın Fethi'nden sonra I. Selim, halife unvanını da benimsedi. Böylece evrensel Müslüman hükümdarı olduğunu iddia etti. Yakın zamanlarda Osmanlı hükümdarları tahta çıkmada Avrupa hükümdarlarının taç giyme törenine eşdeğer olarak Osman’ın Kılıcı ile kuşatılırdı.[71]Kuşatılmayan sultanın çocukları verasete uygun değildi.[72]

Teoride ve ilkelerde teokratik ve salt olmasına rağmen, uygulamada padişah’ın yetkileri sınırlıydı. Siyasi kararlarda hanedanın önemli üyelerinin görüş ve tutumlarını dikkate alırdı, bürokratik ve askeri kuruluşlarda aynı zamanda dini liderlerdi.[68] 17. yüzyıldan bu yana, imparatorluk uzun süren durgunluk dönemine girdi, bu dönemde sultanlar çok güçsüzleştiler. Birçoğu güçlü Yeniçeri Ocağı tarafından tahttan indirildi. Tahta geçmesi yasaklı[73] olmasına rağmen Harem-özellikle hükümdarın annesi (Valide Sultan olarak da bilinir)- sahne arkası önemli politik rollerde kadınlar saltanatı dönemi boyunca etkili oldu.[74]

Sultanların azalan güçleri ilk sultanların ve sonrakilerin saltanat uzunluklarının farklılığından dolayı kanıtlandı. I. Süleyman, imparatorluğu 16. yüzyılda doruk noktasına çıkaran, 46 yıllık saltanatı olan, Osmanlı tarihinin en uzunuydu. V. Murat, 19. yüzyıl gerileme dönemine hükmeden, kayıtlardaki en kısa saltanattı: saltanatı sadece 93 gün sürdü. Parlamenter monarşi, V. Murat'ın varisi II. Abdülhamit zamanında resmileşti.[75] 2009'dan beri Osmanlı hanedanının reisi Abdülmecit’in büyük torunu Bayezid Osman’dır.[76]

Divan-ı Humayun

Osmanlı Devleti kurulduğunda bir divan vardı ve belli başlı üyeleri bulunmaktaydı. Bunlar: PadişahSadrazamVezir-i AzamRumeli ve Anadolu Kazasker'leri, DefterdarŞeyhülislam,Kaptan-ı Derya ve Nişancı idi.

Fatih Sultan Mehmet'ten sonra Vezir-i Azamların görüşlerini daha rahat söylemesi için padişahlar toplantıları arka tarafta bir bölümden izlemiş, divana Vezir-i Azam başkanlık yapmıştır. Bu meclis Osmanlı Devleti'nin yönetiminde Padişaha yardımcı olurdu.

Vezir-i Azam (Sadrazam): Padişahtan sonraki en yetkili devlet adamıdır. Padişahın mührünü taşırdı.
Vezir: Sadrazamdan sonraki en yetkili kişidir. Sadrazamın verdiği görevleri yapardı.
Kazasker: Anadolu ve Rumeli'de olmak üzere iki ayrı kazasker bulunurdu. Adalet işlerine bakardı. Ayrıca kadı ve müderrislerin atamasını ya da görevden alma işini yapardı. Bugünkü yargı görevini yaparlardı.
Defterdar: Anadolu ve Rumeli'de iki ayrı defterdar vardı. Rumeli'deki baş defterdardı. Maliye işlerini yapardı. Bugünkü Maliye bakanlığı görevini yürütürdü.
NişancıTapukadastro, fethedilen yerleri gelirlerine göre deftere kaydetmek işlerini yürütürdü.
Şeyhülislam: Devlet'te iken verilen kararların İslam'a uygun olup olmadığına karar verir, bu karara fetva denirdi. Sadrazamla eşit rütbedeydi. Şeyhülislam, divan aslî üyesi değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri alınırdı. Türkiye Cumhuriyeti'ndeki itibari varisi Diyanet İşleri Başkanı'dır.
Kaptan-ı Derya: Donanma ve denizcilikle ilgili işlerden sorumludur. İstanbul'dayken Divan toplantılarına katılırdı. Kaptan-ı Derya da aslî üye değildi, gerekli görülen konularda çağrılır ve fikri sorulurdu.

Divan-ı Hümayun II .Mahmud dönemi'de kaldırılarak yerine nazırlıklar (bakanlıklar) kuruldu.

İdari bölümler

Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk idarî birimler olarak sancaklara bölünmüştü. Çoğu sancak, sancak beyi tarafından yönetilmekteydi. Bir kısmı ise şehzadeler, ve onların lalaları tarafından yönetilmekteydi. Sancaklar da kazalardan ve nahiyelerden oluşmaktaydı. Ülkenin genişlemesiyle, sancakların birleşimiyle oluşacak olan beylerbeyliği kuruldu. İlk kurulan beylerbeyliği, Rumeli Beylerbeyliği'dir. 16. yüzyıldan itibaren, beylerbeyliği kelimesi yerine eyalet kelimesi kullanılmaya başlandı. Eyaletler sâlyâneli (yıllıklı) ve sâlyânesiz (yıllıksız) olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Sâlyânesiz eyaletler HasZeamet ve Tımar olmak üzere üç dirlik arazisine bölünmüştü. Tımar dirliğinde, ordunun uzun süre ordusunun ana gücü olan Tımarlı Sipahiler yetiştirilmişti. Sâlyâneli eyaletler, genellikle devletin doğrudan kontrol edemediği, merkeze uzak eyaletlerdi. Bu eyaletler dirliğe ayrılmazdı; vergilerini doğrudan para olarak merkeze gönderirlerdi. Burada daimi Yeniçeri garnizonları olurdu.

19. yüzyılda eyalet yapısı değişmeye başladı. 1864 yılında eyalet sistemi tamamiyle yıkılarak, yerine vilayet sistemi getirildi. Bu sistem, cumhuriyet dönemindeki idarî bölünüşün temelini attı.

Hukuk

Ana madde: Osmanlı hukuku
 
Kanun-ı EsasiOsmanlı'nın ilkanayasasıdır.

Devlet, varlığı süresince birçok hukuk düzenini sentezlemiş ve Osmanlı hukukunu oluşturmuştur. Kanun, genellikle laik bir düzene sahiptir. Ancak Şer'idini hukukla da uyumluydu.[77] Hukuk kuralları yerel özelliklere göre de esneklik gösteriyordu. Toprakların yönetimi ve sivil düzen konusunda yerel idareye haklar tanınıyordu. Böylelikle imparatorluk içindeki birçok unsurun adalet anlayışına cevap veriliyordu.[78] Beşeri ve Örfi hukuk olmak üzere iki tür hukuk vardır. Beşeri hukuk kanunlar çerçevesinde oluşan hukuk sistemidir. Örfi hukuk ise İslam dininin esasları üzerine kuruluydu.

Ordu

Osmanlı ordu teşkilatı Anadolu Selçuklularıİlhanlılar ve Memluklular devletlerinin askeri teşkilat yapılarından belirli ölçülerde yararlanılarak kurulmuştur.

Osmanlı Devleti Ordusu'nun Başkomutanlık görevini Hakanlar yapmışlardır.

Yaya ve atlılardan oluşturulan ordunun atsız kısmı "yaya”, süvarileri ise "müsellem” şeklinde adlandırılmıştı. Kapıkulu Ocakları'nın kuruluşuna kadar savaşlarda fiili olarak hizmet gördüler.

Osmanlı Devleti'nin temeli atılırken süvari olan beylik kuvvetlerinin yerine vezir Alâaddin Paşa ile Kadı Cendereli Kara Halil'in tavsiyeleriyle Türk gençlerinden oluşan ayrı ayrı biner kişilik yaya ve müsellem isimleriyle muvazzaf ade ve süvari kuvveti kuruldu.

Kara kuvvetleri

Ana madde: Osmanlı Ordusu

Yaya ve müsellemlerin temelini attığı ordu teşkilatı zamanla kuvvet ve sınıflara ayrılmıştır. Osmanlı ordusu başlıca 3 ana kuvvetten oluşmaktadır. Bunlar; Kapıkulu OcağıEyalet Askerleri ve Akıncılardır.

Kapıkulu OcağıOsmanlı Devleti'nin daimi ordusunu oluşturan ve doğrudan padişaha bağlı olan yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarına verilen addır. Kapıkulu ocaklarının kurulmasından önceki dönemde Osmanlı Devleti'nin askeri gücünü yayalar ve müsellemler oluşturuyordu.

Eyalet Askerleri, devletin Tımar'a ayrılmış bölgelerinde yetişmiş askerlerdi. Kapıkulu Askerleri gibi barış zamanında da askerlik yapmazlardı. Sadece savaş sırasında askerlik yaparlardı.

Donananma

Osmanlı imparatorluğu'nun deniz kuvvetleri olan Donanma-yı Hümâyûn, XIV. yüzyılda kuruldu.[60][79] Osmanlı Devleti, 1323 yılında Karamürsel'i fethederek denize ulaştı, Karamürsel Bey komutasında ilk donanma oluşturuldu ve Kocaeli'nde yapılan savaşlarda denizden destek sağlandı.[80][81] 1327 yılında Karamürsel'de ilk Osmanlı tersanesi kuruldu ve böylece deniz gücünün kurumsallaşma çalışmaları başladı.[60] Osmanlı donanmasında hiyerarşik sisteme geçildi, ilk Derya Beyi (Donanma Komutanı), Karamürsel Bey oldu.[81] 1337 yılında Kocaeli ele geçirildi; böylece 1353 yılında gerçekleşecek olan Rumeli'ye geçişin önü açıldı.[60] Bundan sonra donanmanın merkezi sırasıyla İzmit, Gelibolu ve son olarak da İstanbul oldu.[60][82]

İstanbul'un fethinde II. Mehmed, donanmadan yararlandı.[82] Karadeniz'de ve Akdeniz'de etkisi artan Osmanlı donanması, Mısır seferinde Osmanlı kuvvetlerine lojistik destek sağladı.[60][82] 1538 yılında Preveze Deniz Muharebesi kazanıldı. Bundan sonra Cerbe Deniz Muharebesi de kazanıldı,Malta kuşatıldı ancak bir şey elde edilemedi. Osmanlı donanmasını büyütmek için birçok tersane kuruldu, ihtiyaç duyulan malzemeler Kocaeli'den, Biga'dan, Samsun'dan, Kastamonu'dan ve Aydın'dan getiriliyordu.[79][83] Kaptan-ı Deryalara gelenek olarak Cezayir beylerbeyliği verilirdi.[79] Tersane-i Amire'nin bulunduğu Kasımpaşa'nın inzibat sorumlusu donanma idi. Gelibolu, Akdeniz adaları ve İzmir'in bazı yerleri Osmanlı kaptanlarına dirlik olarak verilirdi.[84]

16. yüzyılda Hint Okyanusu'nda Portekiz Krallığı'na karşı Hadım Süleyman Paşa ve Piri Reis komutasında seferler düzenlendiyse de, Portekiz donanması üstün geldi ve Piri Reis idam edildi.[85] İnebahtı Savaşı'ndan sonra ağır kayıplar veren Osmanlı donanması, kayıplarını telafi etmeyi başardı.[86] Osmanlı İmparatorluğu, duraklama döneminden itibaren deniz ticaretinde Avrupalı devletlerden geri kaldı.[82] XVIII. Yüzyılda Mezomorto Hüseyin Paşa'nın girişimleri ile donanmada reform yapıldı.[60][79][A] Fakat denizlerde ciddi bir üstünlük sağlanamadı. 1773 yılında Cezayirli Gazi Hasan Paşa'nın Kaptan-ı derya olmasıylaBahriye Mektebi açıldı, burada modern eğitim verilmeye başlandı ve 1776 yılında Tersane-i Amire'nin yakınlarında ikinci Bahriye Mektebi olarak Hendesehane-i Bahri açıldı.[87] 19. Yüzyıl'da Osmanlı İmparatorluğu, Fransa'nın Mısır Seferi'nde İngiliz donanmasından yardım aldı. Bundan sonra III. Selim'in reformlarını devam ettiren II. Mahmut devrinde donanma, 1827 yılındaNavarin'de imha edildi.[88] II. Mahmut döneminde ABD'li mühendislerin yardımlarıyla reformlar devam etti, Osmanlı tersanelerine modern deniz sanayi girdi ve dönemin en büyük savaş gemisi unvanını elinde tutan Mahmudiye de o dönemde denize indirildi. II. Mahmut'un ölümünden sonra bu mühendisler İstanbul'u terk etmek zorunda bırakıldı[88], tahta çıkan Abdülmecitdöneminde, 1840 yılında Bahriye meclisi kuruldu ve modern donanma çalışmaları devam etti. İlk denizcilik şirketi Şirket-i Hayriye de bu dönemde kurulmuştu. Abdülaziz döneminde ise, 1867 yılında Bahriye Nazırlığı kuruldu. Abdülaziz döneminde devam eden reformlar ile yabancı ülkelerden çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı. 1878'den itibaren II. Abdülhamit'in güvensizliği sonucu donanma, Haliç'te terkedildi ve denize açılmadı.[82][88] 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nda Osmanlı donanması kendini gösteremedi, 1909 yılında Donanma Cemiyeti'nin çabaları ile modern donanma çalışmaları halkın bağışlarıyla devam etti.[60][82] Bu cemiyetin çabaları ile çok sayıda modern savaş gemisi satın alındı, Alman subaylardan oluşan bir heyet ile reform çalışmaları canlandı. Trablusgarp Savaşı'nda ve Balkan Savaşları'nda Osmanlı donanması etkinlik gösterdi, fakat I. Dünya Savaşı'nda Ege Denizi'nde sınırlı faaliyet göstermek zorunda kaldı, Çanakkale Deniz Savaşları'nda başarılı oldu.[60][89] Donanma, I. Dünya Savaşı'nın ardından, Marmara Denizi'nde İtilaf kuvvetlerinin kontrolü altına girdi.[60]

Hava kuvvetleri[değiştir | kaynağı değiştir]

 
I. Dünya Savaşında Osmanlı uçağı imalatı

Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa tarafından 1909'da ilk adım atılan Osmanlı askerî havacılığı, resmi olarak 1 Haziran 1911 tarihinde Fen Kıtaları Müstahkem Genel Müfettişliği 2. Şubesi bünyesinde Havacılık Komisyonu adıyla faaliyete geçirilmiştir. Havacılık Komisyonu'nun temelleriniFransa’dan satın alınan biri 25, biri de 50 beygirlik iki uçak oluşturmuştur.1912 yılında ise başlayan Balkan Savaşlarında, Deperdussin, Bleriot, Harlan ve Mars tipi uçaklarla Osmanlı tayyare bölükleri kendini mümkün olduğunca göstermiştir. Birinci Dünya Savaşı'nda, müttefik olunan Almanya'dan gizlice getirilen uçaklar ve düşmandan ele geçirilen uçaklar kullanıldı. Savaşın pek çok döneminde hava harekatı yetersizliklerden ötürü kısıtlandı, ancak yine de kayda değer uçuşlar yapıldı.

Toplum yapısı

 
Surname-ı Vehbi'den çeşitli meslek erbabları, 1720, Topkapı Sarayı Müzesi
Ana madde: Osmanlı toplumu

Toplum asker ve reaya olmak üzere iki farklı tabakadan oluşmaktaydı. Asker dışındaki halk, "reaya", devlete vergi ödemekteydi.Osmanlı siyasal uygulamasında asker ve reaya kesin kurallarla ayrılmıştı.[90] Toplumsal köken, yetişme koşulları ve resmi görev bakımından askeri sınıf: kılıç ve kalem ehli olarak ikiye ayrılmaktaydı.[91] Halk ise müslüman ve müslüman olmayan "millet"lerden oluşuyordu.[92] Gayri müslimler ayrıca "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tabi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkanı vardı.[93] Toplum, müslüman ve müslüman olmayan "millet"lerden oluşuyordu.[92] Gayri müslimler ayrıca "cizye" vergisi ödemek dışında toplumdan bir ayrıma tabi değildi. Müslüman toplumun yaşantısı şeriat ile şekillenirken farklı milletlerin din ve örflerine göre mahalli yaşam tarzlarını koruma imkanı vardı.[93] Toplumu yönetenler ve yönetilenler olarak, art zamanlı şekilde, iki sınıfa ayırmak mümkündür. Sınıflar arası geçiş yasak değildir, ancak sınırlı tutulmuştur. Aşağıdaki ayrım 15. yüzyıldan Tanzimat Fermanı'na kadar toplumdaki hiyerarşiyi tarif eder.[94]

Ekonomi

 
20 kuruş banknot (1852)

Son padişaha kadar bütün Osmanlı paralarının üzerinde Kostantiniye ibaresi kullanılmıştır. Kurtuluş Savaşı'ndaYunanların bunu ilk Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin yerine Yunan Kralı I. Konstantin'i kastederek kullanmaları üzerine kullanılmasından vazgeçilmiştir.

Osmanlıda merkezi otoritenin her yerde etkin olmasını sağlayan, devlet hazinesinden para harcanmadan asker yetiştirilen ve toprağın işlenmesini de sağlarken en uç beylere kadar güvenliği taşıyabilen bir sistem vardi. Buna Tımar sistemi deniyordu. Reayaya verilen toprakları 3 yıl bekletmeksizin işlemesi ve kazancından bir kısmıyla da tımarlı sipahileri yetiştirmesi gerekiyordu. Böylece devlet hazinesi de azalmıyor, üstüne üstlük her an savaşa hazır asker yetişmiş oluyordu.[kaynak belirtilmeli]

Osmanlıda ki bir başka yapı da taşraydı. Başkent dışındaki her yer taşra olarak isimlendiriliyordu.[kaynak belirtilmeli]

Diplomasi ve Uluslararası İlişkiler

 
1. Süleyman, elçi kabul ederken,SüleymannameMatrakçı Nasuh

Osmanlı'nın uluslararası ilişkileri kuruluşundan itibaren yoğun bir çaba gerektirmiştir. Türk egemenlik sahasının bir uç beyliği olarak yabancı unsurlarla sürekli irtibat halindedir. Klasik dönemde üç kıtaya yayılmış bir devlet olarak dış ilişkilerinde gelişme gösterme mecburiyeti görülmüştür. Beylik dönemlerinde diplomasi kurumsal bir hal almamıştır. Uzmanlaşmış birimler yoktur. Diplomatik görevleri nişancı yürütmektedir. 1453'te İstanbul'un fethi ile bütün Akdeniz havzası ile düzenli diplomatik ilişkilerin başladığı söylenebilir. J.C. Hurewitz, İstanbul’un fethedildiği ve akabinde ikamet elçilerinin kabul edildiği 1453’den, imparatorluğun yıkıldığı 1923’e kadar süren dönemdeki diplomasiyi dört dönemde inceler. Bunlar: 1.1453’den 1699’a, Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasına kadar süren dönem. 2. 1699’dan 1793’e, ilk ikamet elçiliğinin açıldığı ve böylece sürekli diplomasiye geçilmesine kadar süren dönem. 3. 1793’den 1821’e, ikamet elçiliklerinin çalışmalarına ara vermesine kadar süren dönem.4.İkamet elçiliklerinin yeniden açıldığı 19. yüzyıl ortalarından, 1923'te cumhuriyetin ilanına kadar süren dönemdir.[95]

Demografi

Osmanlı Devleti'nin beş yüz yıllık varlığının çoğunda toplam vatandaş sayısı kesin verilere dayanmamıştır. 1881'deki sayıma kadar nüfus bilgileri vergimükelleflerinin genel nüfusa oranlanmasıyla belirlenmekteydi. Vergiden hariç bir yöntem de hanelerin sayılması idi. Her evde 5 hane halkının bulunmasına dayalı bir varsayım yapılabilmekteydi. Varsayımlara dayalı nüfus tahminlerine göre: 1520'de Osmanlı İmparatorluğu'nda 11.692.480 kişi yaşamaktaydı. 1683'te 30.000.000, 1856'da 35.350.000 nüfus olduğu düşünülmektedir.[96] İlk resmi sayım 1881–1893 arasında 10 yıl süren bir çalışmayla yapılmıştır. İlk defa bu sayım: vergi, askerlik ya da herhangi bir amaçla değil; demografik bilgi elde etmek için yapılmıştır. Nüfus:MüslümanYunan(Makedonlar, Anadolu Rumları, Pontus Rumları, Kafkas Rumları dahil), ErmenilerBulgarlarKatoliklerYahudilerProtestanlarLatinlerAsurlularÇingeneler gibi etnik, dini ve cinsel kategorilerde belirlenmiştir.Bu sayımda 17,388,604 olan nüfus, 1919 sayımında 14,629,000 kişi olarak belirlenmiştir.[97][98]

Dil

 
1896'daSelanik'te farklı alfabeleri içeren bir takvim

Devletin resmi dili Türkçedir. Uluslarası yazışmalar Türkçedir. Yerel yönetimlerde ise Türkçe ve bölgenin yerel dili resmi işlerde yürürlükte olan dildir. Bu diller Arapça, Arnavutça, Berberice, Boşnakça, Bulgarca, Ermenice, Farsça, Hırvatça, Kürtçe, Macarca, Rumca/Yunanca, Rusça, Sırpça ve birçok yerel dildir. Merkezi ilgilendiren konularda Türkçe, yereli ilgilendiren konularda yerel dil kullanılmştır.Bilim dili olarak Türkçe ve Arapça kullanılmıştır.Edebiyat dili olarak Türkçe ve Farsça kullanılmıştır.

Din

Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemisayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryenkiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.

Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu.

İslam

Ana madde: Hilafet
 
Şeyh-ül İslamİslam dini için en yüksek memurdur.

Hilafet veya Halifelik, İslami siyasi ve hukuki yönetim makamına ve yönetime verilen isimdir. Halife ise Hilafet makamındaki kişiye denir. İslamiyet PeygamberiMuhammed'in ölümünden sonra makam bir süre daha bir yönetim biçimi olarak varlığını sürdürmüş olsa da zamanla daha çok İslami bir toplumu veya İslam Devleti'ni vurgulamak için kullanılan bir terim olmuştur.

Halifelik daha çok müslümanların Sünnî kanadının temsilcisi olarak kabul görmüştür. Şiî kanadı büyük ölçüde Sünnî hilafet yönetimi altında yaşasa da Halife'yi kabul etmemişlerdir. Halifeliği Şiî'likteki ya da Alevilik'teki İmamet'ten farklı kabul etmek gerekir. İmamet teokratik bir özellik taşımasına rağmen, Halifelik teokratik bir özellik taşımamıştır. Halifeler yetkilerini saltanat dahi olsa Ümmet'in biat'ı ile devralmışlar, yönetim işlerini de büyük ölçüde danışmaya dayalı olarak yürütmüşlerdir. Bu anlamıyla teokratik olmaktan öte dünyevîdir.

Halife, ilk zamanlarda İslam toplumunda ilerigelenlerin seçimiyle başa geldiği halde, Emevi ailesine geçmesinin ardından saltanat şeklini almıştır. Abbasi Hanedanı'ndan gelen halifelerin 10. yüzyılda zayıflamasına kadar devlet başkanı görevini yürüten halife, bu dönemde siyasi gücün yerel hükümdarların eline geçmesinin ardından sadece ruhani önder veya İslami toplulukların onursal lideri haline gelmiştir. Abbasiler döneminde Bağdat'ta yaşayan halife, Moğolların 1258 yılında Bağdat'ı yağmalamaları sonucunda Mısır'a Memluk himayesine kaçmış, 16. yüzyılın başında Yavuz Sultan Selim'in Memluklar'a son vermesiyle birlikte İstanbul'a taşınmıştır. Daha sonra Osmanlı Hanedanı'na geçen halifelik, 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla fiilen hilafetin olmamasına rağmen resmen halifeliğin varisi Türkiye olmuştur. 3 Mart 1924 tarihinde laiklik ilkesi gereğince halifelik Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen kaldırılmıştır.

Musevilik ve Hristiyanlık

İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.

Misyonerlik faaliyetleri

1820 yılında başlayan ve Kurtuluş Savaşı'na sonuna kadar süren zaman içerisinde Osmanlı Devleti'nde misyonerlik faaliyetleri çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Misyonerlik faaliyetlerini bu denli başarılı olmasında şüphesiz Osmanlı Devleti'nin Islahat Fermanı ile verdiği ayrıcalıklar, kapitülasyon anlaşmaları ile verilen ayrıcalıklar ve Osmanlı Devleti'nin bölgelerine ilgi göstermemesi etkili olmuştur. Başlangıçta kendilerine Anadolu'da hedef bulamayan misyonerler daha sonra Ermenilere odaklanıp çalışmalarında başarılı olmuşlardır. Açtıkları okullardan mezun olanların başarılı olmaları bu okulların etkilerini artırmıştır. Hatta zamanla Müslüman Türkler dahi çocuklarını bu okullara göndermişlerdir.

Misyonerlerin genel hedef kitleleri, İslamiyet'in yaygın olduğu bölgeler olmuştur. Bu çalışma Osmanlı Devleti ile sınırlı kalmayıp Afrika Kıtası, Arap Yarımadasıİran ve Orta Asya halklarına yönelik bir çalışmadır.

Ulaşım ve Haberleşme

 
20. yüzyılda büyük masraflarla yapılan Hicaz Demiryolu

Ulaşım aracı sanayi emperyalizmine kadar deve ve yelkenli gemidirUlaşım teknolojisinin ilkelliği nedeniyle büyük şehirler 19. yüzyıl ortalarına kadar zaruri maddelerin temininde de­vamlı sıkıntı çektiler. Bu konuda değişmeler tarımda, ulaşımda başlayan yavaş çağdaşlaşma ile paralel gitti. Gelişmiş taşıma araçları(araba gibi) kullanılmadığından inşaatta da hafif ve niteliksiz gereçler kullanılmıştır. 16. yüzyılda İstanbul'a gelen Alman seyyah Schweigger: "Evleri ağaç ve kerpiçtendir. Buna rağmen bizdeki bina­lar kadar pahalıya mal oluyor." demiştir.[99] Osmanlı coğrafyasının genişliği ve bakım için gerekli emtianın sağlanamaması atlı ulaşımdansa, devenin tercih edilmesine neden olmuştur. 19. yüzyıla dek de ulaşım ve haberleşme organik güce dayanmıştır. Haberleşme ve posta örgütleri, daha sonra telgraf döşenen yerler hariç at, deve; dağlık yerlerde de yaya ulaklar kullanıyordu. Menzil teşkilatı da denen bu örgüt ulak ya da tatar adı verilen memurlara sahipti. Tatarlardan oluşan bir haberleşme örgütü bu dönemin en etkin kurumudur[100] Tatarlarının görevi, devletle ordu arasındaki haberleşmeyi sağlamaktır. Bu teşkilat II. Mahmud döneminde (1574-1595) kaldırılarak yerine menzil teşkilatı kurulmuştur. I.Abdülhamit döneminde ise tatarlar bir disipline bağlanarak Tatarân ocağı oluşturulmuştur. Posta tatarlarıyla haberleşme 1840 yılına kadar sürmüş ve sivil postacılığa kadar Osmanlı'da haberleşmenin ana ögesi olmuştur.[101] İlk Posta Teşkilatı 23 Ekim 1840 tarihinde Abdülmecid tarafından Nezaret isminde kurulmuştur. 1840-1842 yılları arasında ilk Posta Nazırlığını Ahmet Şükrü Beyyürütmüştür. Posta Nezareti kurulduktan önemli merkezlerde postaneler açılmıştır. İlk postane İstanbul’da Yeni Cami avlusunda Postahane-i Amireadı ile açılmıştır. 16 Kasım 1840 tarihinde de I.Posta Kanunu ilan edilmiştir.[102]

Ulaşım ve haberleşmede devrim niteliğindeki iki gelişme: Telgraf ve demiryolu merkezi idareyi de güçlendirmiştir. Özellikle telgraf Avrupa devletlerine paralel bir gelişme göstermiş, telgraf ve posta personeli iyi yetiştirilmiştir. Haberleşme imkanları Osmanlı İmparatorluğu'nun ve sonra da Cumhuriyetin ülke üzerindeki süratli kontrolünü, sağlayan müesseselerin başında gelir.[103]Demiryolu, idarenin umut bağladığı, fakat mali kriz yaratan ve dış borçlanmayı arttıran bir araç oldu. Muhtelif ulusların şirketleri tarafından döşendiklerinden, demiryolu hatları Anadolu kıtasında birbirlerini tamamlayan bir ağ meydana getiremediler ve daha döşendiklerinden itibaren gerileyen bir teknoloji ile kurulan bu demiryolu ağı asrımıza bir problem olarak devredildi. Demiryolları, özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde bir yandan zirai hasılayı arttıran, Anadolu kıtasına muhacirlerin iskanını kolaylaştıran ve asayişin kurulmasına yardımcı olan bir araçtır.[104]

Eğitim

 
20. yüzyıl başında Mekteb-i Mülkiyeöğrencileri, arkada: Padişahım çok yaşa yazısı

İslam eğitim sisteminin temel kurumu olan medrese Osmanlılar döneminde de eğitimin temel kurumu olmuş, Osmanlı'ya uygun biçimsel gelişmeler göstermiştir. Medrese sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimi veren, İslami kimliği sebebiyle sadece müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliğindedir.[105] 2. Mahmut dönemine kadar İslami teşkilatlanma söz konusudur. Bu dönemde batı tarzı kurumlar oluşturulmadan önce, memur yetiştirmek amacıyla: Acemi Oğlanlar Ocağı ve Enderûn Mektebi; sivil halkın eğitimi amacıyla Sıbyan Mektepleri veMedreseler kurulmuş idi. İlk medrese 1331'de kurulan İznik Orhaniyesi'dir. 2. Mehmet tarafından kurulan Sahn-ı Seman Medresesi felsefe, fen, kelam, fıkıh gibi çok çeşitli ve gelişmeye müsait ilimleri öğretmiştir. Daha sonra din adamları felsefeyi günah sayarak eğitim programlarından çıkarmıştır. Dini kaygılarla müdahaleler sonucunda eğitim sistemi zarar görmüştür.[106] 2. Mehmet'in yaptırdığı Ayasofya Medresesi ve 1. Süleymandöneminde kurulan Süleymaniye Medresesi Osmanlı eğitim sisteminin 2. Mahmut'a dek en önemli kurumları olmuştur. Buralarda doğa bilimleri yerineİslam hukuku ve tefsir gibi İslami ilimlere odaklanılmıştır.[107] 2. Mahmut Tıbbiye ve Harbiye'yi kurarak askeri eğitimi yenilemiştir. Rüşdiyeler kurmuş ve medreseye alternatif eğitim oluşturmuştur. Tanzimat Dönemi ise eğitimin halka yayılmaya çalışıldığı, bakanlık ve kararnameler ile düzenlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.[108] Daha sonra Darülmaarif kurularak rüşdiye sonrası eğitim verilmiş ve sonradan kurulacak Darülfünun'a öğrenci yetiştirilmiştir.[109] Batılı anlamda eğitim vermek için kurulan Darülfünun üç kez kapatılmış, birçok kez isim ve yer değiştirmiş, ilgi ve imkan eksikliği nedeniyle amacını yerine getirememiştir. Bu kurum 1933'te İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürülmüştür.

Kültür

 
Yeni Cami ve Eminönüpazarı, İstanbul, 1895'ler.

Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam kültürlerinin geleneklerinden ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişlerdi.Anadolu'ya yerleştikten sonra başta Yunan, Ermeni ve Yahudi olmak üzere yerli halkların kültürleriyle bir ölçüde kaynaştılar. Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı kültürü ortaya çıktı. Özellikle İmparatorluk haline geldikten sonra diğer kültürlerle değişim süreklilik kazandı.

Edebiyat

 
Fuzuli'nin (1483-1556)Divan

Selçuklu Devleti'nin son yıllarında, bu devletin yıkılmasından sonra ve Osmanlı Devleti'nin başlangıç döneminde Anadolu beyliklerinin merkezinde Arapça veFarsça'dan geniş bir çeviri hareketi gerçekleşti. Bu merkezlerde ilk yapıtlarını veren yazarlardan daha sonra Osmanlı sarayınca korunan oldu.[110] Garibnâme(1330) mesnevisinin sahibi olan ve Yunus Emre yolunda ilahileri bulunan Kırşehirli Aşık Paşaİlhanlılar'ın Anadolu valisi Timurtaş'ın vezirlerindendi. Süheyl-ü nevbahar (1350) mesnevisinin sahibi Hoca Mesut, Kelile ve Dimne çevirisini Aydınoğulları beyliğinde kaleme almıştı. Hüsrev ü Şirin (1367) mesnevisinin yazarı Fahri, Aydınoğulları beyliğinde yetişmişti. Hurşidname (1387) mesnevisinin sahibi Şeyhoğlu Mustafa, İskendername (1390), Cemşid ü Hurşid (1403) mesnevilerinin sahibi AhmediDivan 'ı ve Çengname (1402-1411) mesnevileriyle tanınan Ahmet DaiHüsrev ü Şirin (1421-1429) mesnevisinin sahibi Şeyhi,Germiyanoğulları beyliğinde yetişmişti. Bu dönemde özellikle İran şairlerinin kaside ve gazellerinde işlenen içki, aşk, tasavvuf, eğlence konuları, onların kullandıkları imgeler, başvurdukları benzetmeler Türkçeye aktarıldı. Gene bu örneklere dayanan aşk, serüven, tasavvuf konularıyla ilgili mesneviler yazılıyordu. Ancak uzun ünlüsü olmayan Türkçenin aruz veznine uydurulması güçlükler yaratıyordu. Böyle olduğu halde başlangıçta Türkçe sözcüklere, deyimlere hatta atasözlerine şiirde geniş yer veriliyordu. Halk diliyle kahramanlık işleyen yapıtlar, dinsel edebiyat ürünleri de vardı. Tokat kalesi dizdarı Arif Ali, I. Murat içinDanişmentname 'yi (1311, gününüze ulaşan yazması 1577) kaleme almıştı. Aynı nitelikli dinsel-destansı yapıtlardan Battalname ve Saltukname metinleri sonraki yüzyılın ürünleri arasındadır.[111] Ahmedi'nin kardeşi Hamzavi'nin gene aynı nitelikli Hamzaviname'si din ve kahramanlık konularını birlikte işleyen, halk diliyle yazılmış yapıtlardandır. Sadrettin'in Destan-ı geyik, Destan-ı ejderha 'sı, Tursun Fakih'in Kıssa-i mukaffa, Gazavat-i emir ül-müminin Ali 'si, Beypazarlı Maazoğlu Hasan'ın Feth-i kale-i Selasil, Cenadil kalesi cengi gibi yapıtları halk kitapları arasındadır.

Halk Edebiyatı

Halk edebiyatı üreticisi bilinmeyen anonim ve telif eserlerden oluşan aşık edebiyatı olarak ikiye ayrılır. Anonim ürünlerde nazım şeklinde manitürküağıt ve ninni bulunurken, düz yazı şeklinde halk hikayesifıkradeyimatasözüdestan bulunur. Aşık edebiyatı 16. yüzyıldan itibaren olgunlaşmış, 7,8 ve 11'li hece ölçüsü ile koşmagüzellemekoçaklamaağıtsemaivarsağıve destan gibi ürünler verilmiştir. Saz ile şiir söyleyen ve usta-çırak ilişkisi ile yetişen aşık halk edebiyatı günümüzde de süren bir gelenek oluşturmuştur. KöroğluKaracaoğlanAşık Ömer,Kayıkçı Kul MustafaErzurumlu EmrahSeyraniDadaloğlu bazı önemli aşıklardır. Halk edebiyatı içerisinde değerlendirilen tasavvuf edebiyatında ise Hacı BayramPir Sultan Abdal,Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi mutasavvıflar ilahinefesdeme gibi ürünler vermiştir.[112]

Divan Edebiyatı

Ana madde: Divan edebiyatı

Yüksek zümre edebiyatı, saray edebiyatı, klasik edebiyat olarak da anılan divan edebiyatı, İslamiyet sonrası Türk edebiyatının saray odaklı çevresidir. Osmanlı Devleti'nde 14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar ürün verilmeye devam edilmiştir. Arap ve Fars başta olmak üzere çevredeki kültürlerden ve mazmunlarından çokça etkilenmiştir. Fiiller Türkçe olmasına rağmen, isimlerde ve tamlamalarda Arapça- Farsça sözcükler tercih edilmiştir. Tamlamalarla yüklü, süslü, ağır bir dili vardır. Ancak Osmanlı'dan önce klasik edebiyatın Farsça ve Arapça olması nedeniyle Türkçenin inkişaf ettiği bir dönem olarak da düşünülebilir. Divan edebiyatının konuları soyuttur. Aşk, din, tasavvuf gibi başlıca konularda içerikten çok biçime önem verilmiştir. Toplumsal sorunlara değil, sanatlı söyleyişe dikkat edilmiştir. Divan edebiyatı şiir ağırlıklıdır; ancak nesir ürünleri de verilmiştir. Başlıca nazım biçimleri gazelkasidemesnevimüstezat sayılabilir.[113]

Mimari

Ana madde: Osmanlı mimarisi

Erken dönem mimarisinde, yapılar ağırlıklı olarak İznikBursa ve Edirne şehirlerinde yer aldı. Yapılar daha çok Bizans mimarisi ve Selçuklu mimarisi etkilerini taşısa da, bu dönemde bir sonraki döneme dayanak oluşturacak fikirlerin ilk uygulamaları gerçekleşti. Bu uygulamalardan birisi, yapılarda kubbe kullanılması pratiğidir.

İstanbul'un Fethi'den itibaren, mimari eserler İstanbul'da yoğunlaşmaya başladı. Bu dönemde daha çok yüksek ve görkemli yapılar inşa edildi. Bu yapılar daha çok dinî yapılar ve kamu binalarıydı.

Lâle Devri'yle beraber, batılılaşmanın etkisiyle batılı tarzda binalar yapılmaya başlandı. Bu dönemde Boğaz kıyısına köşk yapma modası ortaya çıktı.

Görsel sanatlar

 
Osmanlı minyatür ressamları

İnsan ve hayvan figürlerinden ziyade doğa ve geometrik desenlerin tasvirine önem veren İslam kültürü, Türk İslam hat sanatı'nın gelişmesinde etkin olmuştur. Bununla beraber özellikle iç süslemede kullanılan çini fayanslar, farklı desenler ve renklerle bir sanata dönüşmüştür. Saray'da arşivleme görevi gören minyatürler, Selçuklu'nun Fars tarzından geçmiş ve geliştirilmiştir.

Sahne sanatları

 
Naum Tiyatrosu 1870'te yanana dek, sahne sanatlarının önemli bir mekanıydı

Sahne sanatları tiyatrosinemagölge oyunu gibi sahnede icra edilen sanat türlerini kapsar. 18. yüzyıla kadarKuklaMeddahlıkKaragöz ve Hacivat ve Ortaoyunu gibi geleneksel Türk tiyatrosu olarak adlandırılan sahne sanatları egemendir. 18. yüzyılda başlayan batılılaşma çabaları ile çağdaş anlamdaki tiyatroopera ve daha sonra sinema sergilenmeye başlanmıştır. Batılı sahne sanatları Yirmisekiz Mehmet Çelebi gibi aydınların batıdaki sahne sanatlarını tasviri ile edebiyata giriş yapar. Batılı sanatlar ilk dönemlerinde padişah himayesindedir. Abdülmecit Beyoğlu'nda Avrupalıların oynadığı operaların Türk gençlerine de öğretilmesi için Giuseppe Donizetti'yi görevlendirir.[114] Padişahlar arasında opera ve sinemayla yakından ilgilenen 2. AbdülhamitYıldız Sarayı'nda İtalyan kumpanyalar ağırlar, sarayda sinema etkinlikleri düzenletir.[115] Tanzimat Dönemi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren batılı değerlerle etkileşimi artırır. İbrahim Şinasi yerli imgeler taşıyan ilk özgün eser Şair Evlenmesi(1860)'ni yazar.Güllü Agop ilk yerli tiyatro topluluğunu kurar. 1. Meşrutiyet ve 2. Meşrutiyet ile gittikçe artan oranda batılı sahne sanatları Türk edebiyatına ve kültür hayatına girmiştir. Osmanlı'da Tanzimat Dönemi'nden önceki sanatları ihtiva eden Geleneksel Türk Tiyatrosu yazılı metne dayanmaz. Geleneksel sahne sanatlarında şarkı, dans, söz oyunları oyun yapısı içerinde büyük öneme sahiptir. Karakterden çok tiplemeye yer verilmesi, açık biçim, göstermeci özellikler içermesi, taklit, doğaçlama ve güldürü, dans gibi öğeler içermesi geleneksel Türk tiyatrosunun özelliklerindendir.[116]

Meddah, Karagöz & Hacivat

Ana maddeler: Meddah ve Karagöz ve Hacivat

Mutfak

Daha fazla bilgi: Osmanlı Mutfağı
 
Ekmek pişiren Türk kadını, 1790

Osmanlı mutfağı başkent İstanbul'da ve bölgesel başkentlerde tüm halkın hoşuna giden, kültürlerin erime potasıyla oluşan ortak bir mutfaktır. Bu farklılıklarla dolu mutfak imparatorluğun belli bölgelerinden getirilen aşçıbaşıların İmparatorluk Sarayı'nın mutfaklarında farklı malzemeleri denemesi ve yeni tatlar yaratması ile mükemmelleşti.

Osmanlı Sarayı'nın mutfak kreasyonları Ramazan etkinlikleri sayesinde ve Paşa Yalılarında pişirilmesiyle nüfusun geri kalanına yayıldı. Bugün, Osmanlı mutfağıTürkiye'de, Balkanlarda, ve Orta Doğuda yaşar, "bir zamanlar Osmanlı yaşam tarzında olan ortak varisler ve onların mutfakları bu gerçeğin delilleridir".[117]

Yerel çeşitlere ve bunların arasında karşılıklı alışveriş ve zenginleştirmeye dayalı olması dünyanın herhangi bir büyük mutfağı için olağandır. Ama aynı zamanda büyükşehir geleneğinin zarif tadı ile homojenize ve uyumludur.[117]

Bilim ve teknoloji

Osmanlı tarihi boyunca, Osmanlılar diğer kültürlerden çevrilen elyazması kitaplar ile geniş bir kütüphane koleksiyonu oluşturmayı başardı.[118] Yerli ve yabancı el yazmaları arzusunun büyük bir kısmı 15. yüzyılda geldi. II. MehmedTrabzonlu Yunan bilim adamı Georgios Amirutzes'e Batlamyus'un coğrafya kitabını tercüme ettirdi ve Osmanlı eğitim kurumları için kullanılabilir hale getirtti. Başka bir örnek ise aslen Semerkandlı gökbilimcimatematikçi ve fizikçi olan Ali Kuşçu; iki medresede profesördü, ve İstanbul'da sadece ölümünden önceki 2 ya da 3 yılını yaşamasına rağmen yazıları ve öğrencilerinin faaliyetleri sonucu Osmanlı çevrelerini etkiledi.[119]

1577'de Takiyüddin 1580'e kadar astronomik gözlem yapacağı Takiyüddin'in Rasathanesini kurdu. Güneş yörüngesinin dışmerkezliğini ve apsis'in yıllık hareketini hesapladı.[120] Rasathanesi 1580'de yıkıldı.[121]

1660'da Osmanlı bilim adamı Tezkireci Köse İbrahim Efendi Noël Duret'in 1637'de yazdığı Fransızca astronomik çalışmasını Arapçaya çevirdi.[122]

Şerafeddin Sabuncuoğlu ilk cerrahi atlas yazarı ve İslam tıbbının son büyüğü. Çalışmaları büyük ölçüde Ebû'l-Kasım Zehrâvi'nin El-Tasrif''ine dayansa da Sabuncuoğlu kendine ait birçok yenilik getirdi. Kadın cerrahlar da ilk defa resimlendirilmiştir.[123]

Dakika ölçen ilk saat örneği Osmanlı saatçisi Meşhur Şeyh Dede tarafından 1702'de yapıldı.[124]

Spor

 
19. yüzyılda Topkapı Sarayıbahçelerinde Osmanlı güreşçileri, V&A Galerisi, LondraBirleşik Krallık

Osmanlı'nın uğraştığı başlıca sporlar arasında güreşavcılıkkemankeşlik (ok atıcılığı), binicilikciritbilek güreşi ve yüzme bulunmaktaydı. XIX. yüzyıl sonlarında İstanbul'da yaygınlaşmaya başlayan futbol maçları ile birlikte, Avrupa modelinde spor kulüpleri kuruldu. Bunların başlıcaları kuruluş tarihi sıralamasıyla BJK (1903), Galatasaray (1905) ve Fenerbahçe (1907) olmuştur.

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol